1923 Türkiye'sine Bir Bakış: Anadolu Harabeler İçinde
Gezi yazıları, eski tanımıyla seyahatnameler okurlar için her zaman çekici olagelmiştir. Çünkü sadece edebiyatın çerçevesinde sınırlı kalmaz; oradan yola çıkarak tarihe, coğrafyaya, sosyolojiye uzanan bir yelpazede ilerler
Gezi yazıları, eski tanımıyla seyahatnameler okurlar için her zaman çekici olagelmiştir. Çünkü sadece edebiyatın çerçevesinde sınırlı kalmaz; oradan yola çıkarak tarihe, coğrafyaya, sosyolojiye uzanan bir yelpazede ilerler bu tür. Bu bağlamıyla “anlama kılavuzu” diyebiliriz gezi yazılarına, onlardan oluşan kitaplara. Kişisel bir saptama belki ama kendi adıma söyleyebilirim ki geçmiş zamanların seyahatnameleri daha derin ve zengin. Bu, muhtemelen günümüzde her bilgiye kolayca ulaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Sadece bilgi edinme düzeyinde kalan bu kolaycılık, haliyle tatsız tuzsuz bir yemeğe benziyor. Çağrışımlar, canlandırmalar ve ufuk açıcı izlenimler oluşmuyor. Bu nedenle geçmiş zaman seyahatnameleri, özellikle de tarihle bütünleşen seyahatnameler ayrıca heyecan verici olabiliyor; kimi analizler insanı şaşırtabiliyor.
Türkçeye “Anadolu Harabeler İçinde” adıyla çevrilen (çev: Murat Derler) kitap geçtiğimiz ay Heyamola Yayınları’ndan sunuldu okurlara. Önsözdeki tanımıyla “Zevk için seyahat etmenin bir süredir durduğu Yunan ve Türk kıyılarında” Catalonia adlı yatla Senyör Francesc Rambo i Battle ve İspanyol gazeteci ve yazar Saturnino Ximenez birlikte bir geziye çıkarlar. Önsözdeki tanımın işaret ettiği Birinci Dünya Savaşının Anadolu ve Yunanistan kıyılarını ateş çemberine almış olmasıdır. Ege’nin iki yakası epeydir Batılı gezginlerin, arkeologların, diplomatların ve maceracıların (ve tabii definecilerin) ilgisini çekmektedir aslında. Troya, Assos, Efes, Bergama, Didim gibi yerlerle ilgili Avrupa basınındaki yazılar, haberler bu bölgeye zaten var olan ilgiyi 19. yüzyılda arttırmış, efsanelerin gerçeğe dönüştüğü bu coğrafyada savaşlarla kesintiye uğrayan geziler, belli ki yeniden başlamıştır. Geziyi kaleme alan Ximenez, önsözde bu seyahati organize eden Battle’a hitaben söyledikleriyle, yukarıda belirttiğim ilgiye işaret ediyor:
“Yaklaşık on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, şimdi hâlâ devam eden arkeolojik araştırma dönemine giriyoruz. O zamana kadarki gözlemler yüzeyle sınırlıydı… ancak bu yüzyıldan itibaren yapılan çalışmalar çok daha kapsamlıydı, anıtlar ve kasabalar düzenli olarak mezarlarından çıkarıldı, alüvyonun altına gömülen kalıntılar temizlendi; arkaik tabakalar daha iyi anlaşıldı ve bunun sonucunda Avrupa ve Amerika müzeleri harika ödüllerle zenginleştirildi.”
Anadolu için kayıp, Avrupa için “ödül ve zenginlik” olan, kaçırılmış eserlerdi elbette. İspanyol gazeteci, bu yağmayı yok saymayıp hatta özellikle işaret ederek, bunun devlet gemileriyle yapıldığını, kendisi gibi özel yatla yapılan gezilerin masum olduğunu vurgulamak zorunda hissediyor kendini. Bunu tuhaf bir rahatlık içinde yazmakla da kalmıyor; satır aralarında hissediyoruz ki bu bölgeye gelecek arkeologların, maceracıların, tarih tutkunlarının iştahını kabartacak bilgileri öne çıkarmayı yeğliyor.
İspanyol gazeteci, Bursa’dan Bodrum’a kadar uzanan kıyı boyunca gördükleri, yaşadıkları yerleri anlatıyor. Yukarıdaki muhtemel “niyet”i yok sayarak okumakta yarar var kitabı. Bunca yıl sonra bizi ilgilendiren, Anadolu’ya ve tarihsel yerlere ilişkin gözlemler; mitolojik öykülerin şaşırtıcı yanları. Ximenez, bir gazeteci gözlemciliğiyle savaştan yeni çıkmış, yeni bir hayat kurmaya çalışan ülke insanının coşkusunu, heyecanını, tedirginliklerini, belki farkında bile olmadan sosyolojik saptamalar halinde okura aktarıyor. İstanbul’dan demir alıp Bursa’dan başladıkları gezi, bu kentin kurtuluşunun birinci yıldönümüne denk gelmiş:
“En mütevazi evlerin bile cepheleri bile patiska ve kâğıttan yapılmış boy boy Türk bayraklarıyla kaplanmıştı. Halk en güzel elbiselerini giymiş, sokaklarda dolaşıyordu.”
İspanyol gazeteci, bir yabancının yatla iskeleye yanaşıp tarihi yerleri, çarşıları gezme isteğinin, “yabancılar”la savaştan yeni çıkmış halkta ve yöneticilerde nasıl bir etki bıraktığını da satır aralarında sezdiriyor. O dönem Anadolu halkının “halet-i ruhiyesi”ni anlamak bakımından ilginç gözlemler sunuyor. Örneğin Çanakkale’de gördükleri:
“Rıhtımda bir İngiliz askeri, ağzında sigara, elinde bastonu, işgalin temsilcisi olarak yukarı aşağı dolaşıyordu. Dükkân sahiplerinden ve alışveriş yapanlardan hiç kimse gemimize çıkmak istemedi. Aslında Çanakkale/Dardanel kozmopolit olmasıyla zenginleşmişti ama şimdi ana caddeler terk edilmişti ve kasabada tek bir araç yoktu. Bazı binalarda hâlâ son bombardımanın izleri görülüyordu. Tüm tüccar ve acentelerin, komisyoncular ve balıkçıların ayrılıp gittiği bu sorunlu sularda sadece Türklerin olduğu kasvetli bir yer bulmuş olduk.”
Yazar, Kurtuluş Savaşının ardından demografik değişimin insani boyutlarını da uğradıkları kasabaları anlatırken göz ardı etmemiş. Ege’nin bütününü kapsayan Rum göçünün izlerini sürmek mümkün bu gözlemlerle. Örneğin Didim yöresinde gördüklerini şöyle kaleme almış:
“1922’de adalara sığınan Hieronda köylüleri er veya geç dönmeyi umut ediyorlardı … Biz bu Yunan köyüne geldiğimizde harabe değildi, sadece terk edilmişti., Evler boştu, eşyaların büyük çoğu yerli yerindeydi. Sadece birkaç parçalanmış kutu ve yatak ile kırılmış yer döşeme tahtaları vardı. Evlerin iç kısımları içler acısıydı, yağma derin bir iz bırakmıştı.”
Ximenez, gördüklerini sadece bir gazeteci yalınlığı ile anlatmıyor; Bodrum’a kadar çıktığı her iskelenin, gördüğü her tepenin tarihsel konumuna, orada anlam bulmuş efsanelere, antik dönem öykülerine de değiniyor ki bu kitabı daha da ilginç hale getiriyor. Geçmiş zaman savaşları, göçler, halklar; tümü suda akıp giden tekneyi izliyorlar sanki. Argonotlardan İlyada’ya, İskender’den Ege’deki efelere, Heredot’un anlattıklarına değin birçok konuda kalem oynatıyor. Yüz yıl öncesinin mitolojik bilgilerini gördükleriyle buluşturuyor. Geziyi gerçekleştirenlerin uyruğu ve yatın adı, Marmara bölgesini bir dönem kasıp kavuran Katalanların izini sürmelerine de neden olmuş gibi görünüyor. Meraklısı için belirtelim; sıradan ve resmi tarihlerde görülmesi pek mümkün olmayan şu cümleler şaşırtıcı gelebilir okuyana:
“Bizans İmparatoru Kantakuzenos, damadı Orhan Bey aracılığıyla Türkleri ve Katalanları ordusunun yardımcıları olarak Trakya’ya gönderdi.”
İspanyol gazeteci, çıktıkları her iskelede, dolaştıkları her kasabada insanlara ilişkin gözlemlerini açıklıkla paylaşıyor okurla; bu gözlemler zamanın Avrupalı okuru için kaleme alınmış olsa da bugüne ışık tutan bir sosyolojik gerçeklik.
1925’te ilk kez yayımlanan kitabın adının neden bu olduğu da önsözde yalın bir gerçeklik olara belirtiliyor:
“Yunanlıların dışarı atıldığı zorlu bir savaştan hemen sonra bu iki gezginin Anadolu’ya geldiklerinde buldukları ortam her yerde yıkıntı, her yerde sessizlik, her yerde yalnızlık ve her yerde ölüm… Bu izlenim onları yolculuk boyunca takip edecek, zihinlerinden çıkmayacak ve sonunda onlara kitabın başlığını dayatacaktır.”
İbrahim Dizman
Anadolu Harabeler İçinde kitabını incelemek için tıklayın